Antibiyotikler

Enfeksiyon hastalıkları tarih boyunca ölüm nedenleri arasında en önde gelenlerden biri olmuştur. Veba, kolera, tifo, tifüs, tüberküloz, çiçek salgınları kitlesel ölümlere yol açmıştır. Örneğin 1665 yılındaki Londra veba salgınında “hayatta kalanlar ölenleri gömmeye yetmiyordu” diye yazılmıştır. Napolyon komutasındaki 615.000 kişilik büyük Fransız ordusunun Moskova bozgununa uğramasındaki en önemli nedenlerinden birinin, daha ilk büyük savaş başlamadan önce 100.000 askerin tifüs ve dizanteriden kaybedilmesi olarak gösterilmiştir.

İskoçyalı bilim insanı Sir Alexander Fleming 1829 yılında mucize ilaç olarak penisilini keşfetmiş, 1940’lı yıllarda da araştırmacılar penisilini saflaştırarak bakteri kaynaklı hastalıkların tedavisinde kullanılmasını sağlamışlardır. Günümüzde ise antibiyotikler, yosun, mantar, maya ve küf gibi canlılardan, çeşitli mikroorganizmalar aracılığı ile kimyasal veya biyosentez yoluyla elde edilmektedir.

Latince anlamı “yaşam karşıtı” olan (hastalık etkeni mikroorganizmaların gelişmesini engellenmesi nedeniyle) antibiyotikler ile ilgili doğru bilinen en büyük yanlış, virüs kökenli hastalıklar için kullanılmasıdır. Antibiyotikler sadece bakteri ve bazı parazitler üzerinde etkili olup, virüs kaynaklı nezle, grip, soğuk algınlığı veya pamukçuk gibi mantarların neden olduğu hastalıklara karşı hiçbir etkisi yoktur; ayrıca ateş düşürücü bir etkiye de sahip değildir. Böyle bir durumda kullanılan antibiyotik, hastalığın seyrini olumlu etkilemez; eğer bir iyileşme görülürse de bu kişinin kendi bağışıklık sisteminin hastalık etkeni ile savaşmasından kaynaklanır.

Vücudun zararlı bakterilerle ilk mücadelesi bağışıklık sisteminin, beyaz kan hücrelerinin doğal tepkisiyle başlar. Bakteri sayısı fazla olduğunda bağışıklık sistemi tümüyle savaşamaz duruma gelir, işte bu durumda hekimler tarafından antibiyotik kullanımı önerilir.

Ancak antibiyotiklerin uygunsuz kullanımı, antibiyotiklere karşı dirençli suşlar oluşturmakta, bakterileri öldürme ya da üremelerini durdurma etkilerini kaybettirerek antibiyotik direnci oluşturmaktadır. Bakteriler sürekli olarak mevcut antibiyotiklere karşı direnç mekanizmalarını genişletmekte ve geliştirmekte olduklarından, etkili olabilecek antibiyotik tedavisi ya daha az etkili olmakta ya da etkinliği tamamen kaybolmaktadır.

Bu bağlamda antibiyotik direnci, antibiyotik kullanımına rağmen, mikroorganizma üremesinin engellenememesi ve yok edilememesi anlamına gelmektedir.

Bu durum, gereksiz antibiyotik kullanımı, yanlış antibiyotik seçimi, tedavi için gerekli süreden kısa ya da uzun kullanılması, eksik veya fazla doz alınması gibi nedenlerden kaynaklanmakta olup, hastalık durumunda kullanılan antibiyotiğin işe yaramamasına neden olmaktadır. Dolaysıyla kimi zaman hastalar, antibiyotik öncesi çağlardaki gibi basit bakteriyel enfeksiyonlardan hayatlarını kaybetmektedir. Çarpıcı nokta ise, antibiyotik direnci kaynaklı ölümlerin, birçok enfeksiyon nedenli ölümlerin ötesine geçmesidir. Bu sonuç, kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine uygun ilacı, doğru süre ve dozda kullanmamalarından, yani “Akılcı İlaç Kullanımı” ilkelerine uyulmamasından ortaya çıkmaktadır.

Antibiyotikler ne kadar çok kullanılırsa, direnç de o kadar da artmaktadır; bu nedenle sadece hekimin uygun gördüğü durumlarda kullanılmalıdır.

Prof. Dr. Bengi BAŞER

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir